"Sürekli aynı döngüye girip kendini toparlayamamak." diye bir söz okudum geçenlerde.
Yalnızlığın, insan yaşamına etki eden sihirli bir sözcük olduğunu düşünüyorum. Ne kadar olağan düzenden uzaklaşırsa kişi, mutluluğu baki oluyor. Kendi hayal dünyasını kurarak gerçek dünyadan sıyrılan insan asıl mutlu olabilen insandır. Diğerlerinden farkınız olmasını istiyorsanız onlar gibi düşünmemeli onlar gibi yaşamamalısınız. Bu dünyaya neden geldiğini sorgulayan insanoğlu cevabını sıradanlaşmış hayatla çözemez.
Birçok insan günümüzde hala hayal kurmaya dahi cesaret edemiyor. Hayal kurmak kişiyi sosyal baskılardan kurtaracak olan temel etkendir aslında. Ama insanoğlu hayal kurmak için bile aciz kalabiliyor. Korkuyor çünkü gerçekleştiremediği geçmişi var. Yani geçmişinde ya sevilmemiş oluyor yada aidiyet duygusunu hiç yaşamamış oluyor.
Aidiyet duygusudan kastım tamamen çocukluğa dayanıyor. Yani daha önce söylenildiği gibi " Sevilmeyen her çiçek, bir gün solar." Buna bağlı olarak sevilmeyen her çocuğun geleceği biraz yarım kalıyor. Kendini bir yere ait hissedememe, bulunduğu ortamdan uzaklaşmaya çalışma ve bunların sonucunda meydana gelen koskoca bir yalnızlık oluyor.
Varlık içinde yokluğu yaşayan bir genç kızın gözlerindeki umudu kaybetmeye başladığında yazdığı bir mektuptan alıntıdır:
Pes etmenin bir tür hayata yenilgi olduğunu anlamıştım. Düzeni değiştirmek için çıktığım bu yolda artık galiba pes etmek üzereydim. Hem demiştim ya bazı ihanetlerle başa çıkılamıyordu. İnsanın kendine olan ihaneti bir şekilde hayatın başka yerinde karşısına çıkıyordu. Ben öğrenmiştim kendimle savaşmayı. Sadece artık yorulmaya başlamıştım. İnsanlardan uzak durmayı başarmaya çalışıyordum. Bu kadar düzensizlik ve bu kadar insanın ihanetiyle nasıl başa çıkılırdı bilmiyordum. Bir yanım vazgeçmiyor diğer yanım hep pes ediyordu. Özellikle bu aralar oldukça yaşıyordum bunu.
Bu düzeni ve insanları değiştirebilir miydim artık şüphe içerisindeyim. Kaygılı ve bir o kadar korku dolu bir durumdaydım. Bir pes edişin içine mi düşüyordum anlamıyorum. Bir çiçeği büyüten sevgi nasıl olur da bu kadar insana yetmezdi bilmiyorum. Hala anlamaya çalışıyorum bazı şeyleri. Ne kadar bir takım yorgunluklar yaşasam da kendimi hep gökyüzü ve deniz arasında buluyordum. Sanki kalubeladan beri kendime söz vermiştim.
Bazı inanların gözlerinde varlıkla yokluğu aynı anda gördüm. Hayatları vardı ama anlamları yoktu. Hayatın anlamı olmadan yaşamak için çırpınan bir takım insanlardı bunlar. Onlarında bir yanı simsiyah bir yanı hala maviydi. Ama bu mavi tarafı görmemeyi tercih ediyorlardı. Çünkü sevilmekten korkan bir avuç insanlardı.
İnsan neden sevilmekten korkardı hep merak etmiştim. Geçenlerde bunu da çok güzel bir şekilde tecrübe edindim. İnsan sevilmekten korkuyor çünkü sevilmemeye alışmıştı. Yani bünye sevgiyi kabul görmüyordu. Çünkü onun alıştığı sevgisizlik ve değersizlikti. Biraz sevgi görmeye başlayınca da tökezleyecek ve bu tökezleme ona derin hatalar yaptıracaktı.
Yani bu bir avuç insan, aslında bütün insanlık demekti. Bu insanları inandırmak o kadar zorduki kalıplaşmış düşüncelere sahiplerdi. Ne yaparsam yapayım, bir türlü kendilerine "Ben ne yaparsam mutluluğu bulurum?" sorusunu soramıyorlardı. Hem dedim ya bende yorulmuştum artık anlatmaya ve göstermeye çalışmaktan. Sanırım benimde gözlerimdeki umut gittikçe azalıyordu.
Hem de dedim ya geçenlerde bir cümleye denk geldim, diyorki: "Belki de gökyüzü insanlardan bu kadar uzak olduğu için güzeldi."